mimarizm MİMARLIK VE TASARIM YAYIN PLATFORMU
Ama inşaat mühendisliği yerine mimarlığı seçtiniz...
Evet, onun içinde de ince bir çizgi var. 17-18 yaşındayken vaktini basketbolla geçiren birisiydim. Yıldız takımda oynarken, genç takımda inşaat fakültesine gidenlerle mimarlık fakültesine gidenler arasındaki algı ve yaklaşım farklarını gördüm. Bizim bünyemizde de mühendisler var, bazen onlarla "mühendislik yapma" diye takılırım. Bu yanlış bir şey değildir ama hayatın gerçekleri yerine, mühendisliğin gerçeklerini ön planda tutarak giderler. Mimarlık çok öyle bir şey değil. Dolayısıyla mimarlıkla inşaat arasında gidip gelip mimarlık mesleğini bilerek seçme sebebim budur.
İstanbul Teknik Üniversitesi´nde okuduğum yıllarda 500 öğrenciye 100´den fazla öğretim görevlisi düşüyordu. Dünyada böyle başka bir mimarlık fakültesi var mıydı o zamanlar? Abdi İpekçi Yurdu´nda daha birinci sınıf öğrencisiyken bir tane çizgi çizdiğimde aynı etüdü paylaştığımız seksenden fazla mimarlık fakültesi öğrencisinden birçoğu gelip yorum yapıyordu. O etüt de benim için ikinci okul oldu diyebilirim. Neyi doğru yaptığımı, neyi kolay yaptığımı, neyi hiç yapamadığımı gördüm. Mimarlık tarihi ve restorasyon çok önemli konular olmasına rağmen benim en uzak kaldığım konular olabilir. İlgi alanım daha çok mimarlığın sistem mühendisliği üzerine gitti. Bunun da o zaman adı yoktu. Prof. Dr. Sina Berköz, proje yönetimi derslerimize girerdi. O dönemde proje yönetiminin aslında mesleğimizin tamamını kapsadığını düşünmeye başladım. Yani bu işi yapmaya başladığınız günden onu bırakana kadarki 30-40 seneyi kapsayan bir süreç. Fark ettiğim şeylerden birisi de yapı fiziğinin bu işin olmazsa olmazı olduğuydu. Ne kadar farklı ve özel bir tasarım ortaya çıksa da, ne kadar hür düşünceyle tasarım yapılsa da, sonunda onun yaşaması, kullanıcıyı mutlu etmesi, tüm bunlar birleştiği zaman onu bir eser haline getiriyor. Çok güzel, çok müthiş bir eser yapabilirsiniz. Eğer o eser birilerine hizmet etmiyor, bir şey katmıyorsa ya da bunu birtakım yan etkilerle yapıyorsa hedefine ulaşamamıştır. Barselona Katedrali, 14. yüzyılın en görkemli gotik yapılarından birisidir, her köşesinde müthiş detaylar saklıdır. O gün o yapıyı düşünenler, daha bu başlıklar konuşulmazken yapı fiziğiyle ilgili bir sürü şeye dikkat etmişler. Bu, o zamanki katedral ustalarının, orta çağa, hatta aydınlanma çağına kadarki işi üstlenen, serbest dolaşım hakkı olan taş ustalarının belli noktalara getirdiği müthiş bir yapı.
Tabii hepimizin ayrı bir profili var. Herhangi bir Alman eğitimi almamama rağmen, daha sistematik, sürecin tamamını gören ve her şeyin ispatlanarak sürece eklenmesini gözeten bir formasyona girdim. Okuldan mezun olduğumda "Şimdi mesleki anlamda algıladığımız ve fark ettiğimiz şeyleri keşke birisi bize 1. sınıfın ilk dönemi bittiğinde anlatsaydı" demiştim. Yaşayarak anlamak güzel; ancak birisi bunu anlatsa ve biz onu sonra yaşasak belki her şey daha kolay yerine oturabilir. Benim şöyle bir tezim var: Herkes bir sene mühendislik okuduktan sonra sınava girip lisans eğitimini alacak, sonra yetenek ve ilgisine göre mimar, inşaat mühendisi, öğretmen, ya da doktor olacak, sonra üstüne bir sene de işletme eğitimi alarak diploma sahibi olacak. Üniversitelerdeki eğitim düzeninin böyle olması gerektiğini düşünüyorum. Mimarlık fakültesinden 180 kişi mezun olduk, şu anda benim bildiğim 20´den az arkadaşım mimarlık yapıyor. Bu kabul edilemeyecek bir oran.
Yapı fiziği ile ilgilenmem, yapı fiziğine özel bir ilgi duymamdan çok, bu sürecin içinde projede bazı aşamaları geçerken; hiçbir detayın eksik kalmaması duygusuyla beraber oluştu. Öğrenciler tashih almak için eskiz götürürler. Ben hiçbir zaman salt leke çalışması (vaziyet planı ölçeğinde) olarak eskiz götürmedim. Arazi kesitini, yol kesitini çizdim, güneş, rüzgar yönleri gibi diğer belirleyici konuları da ekledim. Projelere yaklaşımım böyle olduğu için... Tabii bu mesleğe ilk girdiğimiz zamanlarda çok kabul gören, iyi ki böyle yapıyorsun denilen bir şey değildi. Bunun değerini anlattığınızda kabul ediyorlardı ama siz o işi yapmaya aday olan kişi olana kadar bu bir artı durum değildi. Doğrusu ekstra bir gelir sebebi de değildi. Sadece kendiniz doğru proje yaptığınızı düşünüyordunuz.
"Antrenman yapmayınca vücutta enerji birikir ya, bende o mesleki anlamda birikmiş"
24-25 gibi erken bir yaşta Çelebi´de genel müdürlük görevi üstleniyorsunuz. O kurumsal deneyim bugünkü ofisinize nasıl yansıdı?
İş hayatım hep tesadüflerle şekillendi. Öğrenciyken bürolarda 30 gün staj yapmadım, tüm yaz çalıştım. Okul zamanı da tüm boş vakitlerimde çalıştım. Proje ağırlıklı büroda da çalıştım, şantiyede saha mühendisi de oldum. Daha öğrenciyken bu tip safhalardan geçtiğim için neyi yapıp neyi yapamayacağımı algılama şansım oldu. Okul bittiğinde Ankara´yı çok sevdiğim için oraya dönmeye karar verdim. Değerli dostlarım Kerem (Yazgan), İnci (Özyörük) ve Berna (Tanverdi) ile Kütahya Çini Sanatları Merkezi proje yarışmasına katıldık. O sıralar mimarlığın neresinde olduğumun arayışındaydım, yüksek lisans yapmalı mıyım yapmamalı mıyım? Derken bir inşaat şirketinde şantiye şefi olarak işe başladım. 5-6 ay geçtikten sonra benim tatil yapmam lazım dedim. Tüm üniversite hayatım boyunca ya antrenmana gittim ya da çalıştım. Zaten elimdeki projeyi de teslim etmiştik. İster izinli deyin, ister işten ayrılıyor deyin ama benim dinlenmem lazım diyerek İstanbul´a geldim.
O sırada okuldan yakın arkadaşım İbrahim Çelepöven bir yere iş görüşmesine gitmen lazım dedi. Ben Ankara´da çalışıyorum ve mutluyum dedim. Söz verdim gitmen lazım deyince, Japon Konsolosluğu´nun arka tarafında bir ofise gittik. İşe girmemek için Ankara´da 10 lira alıyorsam, 100 lira istiyorum dedim. Onlar da kabul etti. Büronun ortakları, MSÜ Tiyatro ve Sahne Dekorları´ndan mezun kişilerdi ve Çelebi Hava Servisi´nin mimarlık ve dekorasyon işlerini üstlenmişlerdi ancak kadrolarında mimar yoktu. Birlikte çalışmak için seçtikleri, mimar da 6 ay önce mezun olan mimar Oğuz! (gülüyor) Sonra işleri rekor sürede tamamladık. Nasıl oldu bilmiyorum, gerçekten oraları o kadar hızlı yaşadım ki... İki gece üst üste aynı yerde yatmadım. İki yıl boyunca bütün havaalanlarını dolaştım. Hatta o zaman her yere uçuş yok, gideceğimiz yere ya Çelebi´nin uçağıyla ya da klimasız bir Doğan arabayla ulaşıyorduk. Çok şey öğrendim, çok şantiye yaptım. O sırada bir de yüksek lisansa başladım. Tabii askerlik konusu da bunu tetikledi.
Hem İstanbul Üniversitesi´nde işletme yüksek lisansı, hem de İTÜ´de yapı fiziği yüksek lisansı yapıyordum. İTÜ´deki hocam, yapmakta olduğum Dalaman´daki havalimanı tesislerinin projelerini tezimde kullanmama izin verdi. Bina kabuğunun ilk tasarımının işletme maliyetine etkisini araştırmamı istedi. Yapı fiziğinin her dalı hesaplanarak proje aşamasında birtakım verilerin aktarılmasıyla, tasarım yapan kişiye böyle bir bina yaparsam şöyle artısı, şöyle eksisi olur dedirtecek bir tez hazırladım. Ve o tezimdeki binayı da yaptım, halen kullanılıyor. Çelebi´deki avantajım şuydu; patronlarım da ben de gençtik. Çelebi´nin en çok büyüdüğü dönemde bir sürü proje yaparken yanlarında mimar olarak sadece ben vardım. Hatta bir süre sonra beni çalıştığım şirketten transfer ettiler. Şirket sahiplerine, biz sizinle mutluyuz ama Oğuz´un buraya gelmesi lazım dediler ve ben orada inşaat emlak departmanını kurdum. Bir sene sonra da müdür oldum.
Tüm bunlar iki sene içinde oluyor, değil mi?
Evet, inşaat emlak departmanında bizden farklı bir çalışma sistematiğine sahip bir genel müdür yardımcısına bağlıydım. Makine mühendisiydi ve eski topraktı, yani deftere kırmızı kalemle yazıp altını çizenlerden. Tabii ben yine tatil yapamadığım için ikinci gün "Onur Bey, bakın ben çok yoruldum, İstanbul´a 2-3 istasyon bitirip geldim, böyle bir hayat yok, bırakın bir ay dinleneyim." dedim. Dinlenirsin, dinlenemezsin derken, tamam o zaman ben gidiyorum dedim ve istifamı verdim. O ara İstanbul´da Habitat Zirvesi yapılacaktı. Organizasyonda görev alan hocalarım "Bize senin gibi biri lazım" dediler. Tarih Vakfı´nın içinde beni Habitat´ın teknik koordinatörü yaptılar. Keyifli bir süreçti ama o pozisyon benim performansımın çok az bir kısmını karşıladı. Demek ki kendimi öyle bir tempoya sokmuşum. Hani her gün 3 saat antrenman yapınca bir şey yapmadığınızda vücutta bir enerji birikir ya, bende de o enerji mesleki anlamda birikmiş. Sonra Çelebi grubu beni arayıp "Sen artık kimseye bağlı olma, ayrı bir şirket kuralım" diyerek davette bulundu. Böylece Çelebi Mimarlık´ı kurdum. Askerlik görevime gidene kadar da bu şirketin genel müdürlüğünü sürdürdüm. Sadece holding bünyesinde değil, Ciba, Lufthansa gibi uluslararası şirketlere de işler yaptık. Maçka´da, Abdi İpekçi Caddesi´nin başında 20-25 kişilik bir ofis olmuştuk. Askerlik görevim sebebiyle buradan ayrıldım, sonra yine birlikte devam etmek istediler ama sistem ve süreç saplantımdan ötürü 1997 Aralık´ından itibaren kendi işimi yapmaya başladım. Projeler çiziyor, danışmanlık ve proje yönetimi işleri yapıyordum.
"Özelliği olan projeler bize geliyor"
Kendi ofisinizi kurduğunuzda bir ortağınız var mıydı?
Hayır, tek başıma kurdum. Kısa bir süre bir arkadaşımla 3-4 tane büyük iş yaptık ama firmalarımız aynı değildi. Ortak gibi adlandırdık ama fiziksel olarak ortak olmadık.
Güneşli´deki projeyi 1998´de yapmıştınız. Bu döneme denk geliyor sanırım.
Evet, onu da az önce bahsettiğim, benden 13 yaş büyük bir inşaat mühendisi arkadaşım ile tamamladık. Aslında birbirimizi çok tamamlıyorduk ama her şey düzgün ve eksiksiz olmalı, öncelikle kullanıcı memnuniyeti sağlanmalı şeklindeki yaklaşım farkım nedeniyle 1999 depreminden sonra tamamen yalnız çalışmaya başladım. Özellikle sanayi tesisleri, hangarlar, ofis yapıları üzerine çalıştım. Telsim ile birlikte büyümeye başlayan Motorola´nın Türkiye ofislerini yaptım. Yine o dönemde yapımına başlanan Yeditepe Üniversitesi Kayışdağı Kampüsü´nün ince yapı koordinatörü oldum. Orada tek başıma çalışarak; bütün binaların ince yapı işlerinin koordinasyonunu üstlendim ve proje 13 ayda tamamlandı. 220.000 metrekareyi 13 ayda bitirmek kolay değil, 6 çift şantiye ayakkabısı eskittim. Bu projeler bana çok fazla tecrübe kattı. 1999-2001 yılları arasında tek başıma çalıştım. Kendi vaktim ile sınırlı olarak projeler üstlenebiliyordum. 2001 ekonomik krizinden sonra daha küçük tekil projeler gelmeye başladı. İlk önce bir mimar, teknik ressam, birkaç danışman, formen seviyesinde küçük bir organizasyon kurmaya başladım. Direkt benim liderlik ettiğim proje yönetimi işleri ağırlıkta olduğu için süreç böyle gidiyordu. Beşiktaş´ta bulunan Jinemed Hastanesi´nin yapım sürecinde yine kendime bir ofis ve şantiye düzeni kurdum; ancak hızlı bir şekilde proje sayısı 20´li sayılara ulaştı, her yerinde ayrı bir disiplin var. Organizasyon o boyuta geçince 2003 yılında Oğuz Bayazıt Mühendislik İnşaat Limited Şirketi´ni kurdum. Ondan sonra da şu anda gördüğünüz organizasyonun ikinci aşaması başladı. 1993-1994 yıllarında İstanbul Üniversitesi´nde işletme yüksek lisansı yaparken, sabah beşte Suadiye´den havaalanına işe gidip sekize kadar çalışıyor, sonra çıkıp Avcılar´da derse gidiyordum. İkide okuldan çıkıp tekrar işe geliyor, gece onda eve dönüyordum. Haftada dört gün ders vardı ve İstanbul ofiste çalışıyordum, diğer üç gün de Dalaman, İzmir, Antalya, Adana şantiyelerini ziyaret ediyordum.
Bu enerji sporcu olmanızdan mı kaynaklanıyor?
Onu kimse hala çözemedi (gülüyor)
Sonuçta mimarlar sabahlamaya alışkındır ama…
Size enteresan bir şey daha söyleyeyim, ben hiç sabahlamadım. Yani işimi hiç sabahlayacak duruma bırakmadım, ne okurken ne de şimdi. Ama ortalama uyku sürem 3,5-4 saattir. Yüksek lisansta insan kaynakları yönetimi okurken, sınıftakilere "siz neden buraya geliyorsunuz, işletmede bunu zaten okudunuz, gidin siz de mühendislik yüksek lisansı yapın" demiştim. Aslında farkında olmadan orada bu yaptığımız işlerin metodolojisi (bir şirketin ya da bir şantiye organizasyonunun kuruluşu, planlaması, bütçelemesi) aklımıza yerleştirilmiş. Mesela Çelebi dönemindeki işlerde leasing, yatırım teşviki vs detayları olduğu için hazine ve dış ticarete yatırım teşvik dosyası hazırlardım. Bu bir mimardan beklenecek bir iş değil. İstanbul Üniversitesi´nde her şeyi biliyoruz diye fazla önemsemediğimiz hususların aslında sistematik bir altyapısı olduğunu ve o yöntemin iki senelik eğitim süresince bir şekilde iş yapış tarzımıza, aklımıza nüfuz ettiğini bu yaşa gelince fark ettim. O parçalar sonradan birleşiyor. İşletme yüksek lisansının da bana öyle bir katkısı oldu. Okulda kesit, plan, görünüş, detayla eskiz sunmaya giderken, müşteriye ön proje, iş planı, yaklaşık bütçe, bütçenin fazları, tahmini işletme maliyeti ile gidiyorsunuz. Kimse bu şekilde bir analizle sunum yapmıyor. Etkileyici ve özgün bir tasarım yapıyor, bu tasarımı sunum tekniklikleriyle ön plana çıkarıyor, onu gösteriyor ve bu çerçevede bir sunumla projeyi almaya çalışıyor. Bizim sürecimiz ise bu şekilde işlemiyor, tasarım sürecini azımsamıyoruz ama tek başına sonuca ulaşamadığını düşünüyoruz.
Web sitenize baktığımızda organizasyon şemasının da diğer mimarlık ofislerinden farklı olduğunu görüyoruz. Ekibi operasyonel ve lojistik olarak iki başlığa ayırıyorsunuz.
Bunlar zamanla oturdu. 2003-2005 yılları çok sayıda medikal projede yer aldığımız ama itiraf etmek gerekirse bir planlama ve düzenleme yapmadığımız, Türkiye´deki standart mimarlık ofisi yaklaşımı ile iş geldikçe büyüdüğümüz -ama küçülmediğimiz- bir dönem. Bir yanda Rehau´nun Osmaneli fabrikasını yaparken, aynı anda 2-3 tane tüp bebek merkezi gerçekleştirdik. Yani çok farklı işler yaptık. Çok net hatırlıyorum yine 2003-2006 yılları arasında 90´a yakın güzellik salonu yaptık. Bazen niye bize geliyorlar diye soruyordum çünkü ne bir tanıtım firması ile çalışıyorduk, ne bir yerde reklamımız vardı. Şirketimin ismini proje yoğunluklarından bir dakikada karar vererek böyle koymuştum. O noktada şunu fark ettim:
1) İşin başını ve sonunu planlamak isteyenler ya da bu çalışma disiplinini hedefleyenler bizi seçiyor. Mesela güzellik salonlarını Wella´ya yaptık. Wella bir P&G şirketi, bütçe kontrol mekanizmaları ve denetim süreci var, her şey net ve şeffaf.
2) Tüp bebek merkezi ya da hastane herkesin yapabileceği projeler değil. Elektromekanik ve IT´nin çok ön planda olması, hatta seçtiğiniz malzemelerin kimyasal yapısı ve özellikleri de çok önemli. Malzeme bilgisinin çok üst seviyede olması gereken, elektrik-mekanik sistem entegrasyonu liderliğini mimarın yapması gereken, yani özelliği olan projeler bize geliyor.
3) Süreyle ilgili avantajımız var. Tasarım sürecinde de, yapım sürecinde de, proje yönetim sürecinde de projeleri gerçekleştirme hızımıza çok güveniyorum. Bu konuda rakibimiz olmadığını çok net söyleyebilirim. Dolayısıyla insanların bu sebeplerden ötürü bizi tercih ettiklerini gördüm. 1997´den beri farklı finansal krizlerle yaşayan bir nesiliz. Hiç bir zaman 50-100 kişilik ofisim olsun gibi bir hedefim olmadı. Keyfine vardığım eksiksiz ve düzgün projeler yapmanın derdindeyim. Bu sefer ekip bu formatta oluşmaya başladı. Bize üniversiteden başvuran ya da diplomasını aldığı gün gelip çekirdekten yetişenler ofisin %50-60´ını oluşturuyor. 7-8 yıldır burada çalışanlar var. Burada önemli olan şey şu; bazı meslektaşlarım öğretmen gibidir, bak bu böyle çizilir derler. Ben ise sistemi ve düzeni öğretiyorum. Tasarım sürecine girdiklerinde nelere dikkat etmeleri gerektiğini anlatan kişiyim.
Tasarım rehberi gibi bir sisteminiz var mı?
Standart bir rehberimiz yok ama her proje için kendimiz yazıyoruz. Sebebi de bu farklı özellikler içeren projeler...
"Mesleki olarak hayal ettiğin şeyi değil, iyi olduğun tarafını geliştir"
Ofisin tanıtım yazısında gerçekleştirdiğiniz ilkler vurgulanmış. Bunlardan da bahsedebilir miyiz?
Mesela Türkiye´deki ilk genetik merkezini biz yaptık. Genetik merkezler çok üst seviye hijyen standartları olan, uluslararası standartlara tabi sistemlerdir. Yine 1997 yılında Dalaman´da proje süreçlerini yürüttüğüm yapı, yapı fiziği anlamında bugün çok rahat yeşil bina sertifikası alabilecek bir projeydi. Yeşil bina sertifikasyonları aslında bir ödül değil, teşekkür ederimin sertifikalaşmış hali benim düşüncemde. Hedefimiz sertifika almak değil, zaten herkes öyle bina yapmak zorunda. Yaptığınız binaya göre Alman sertifika sistemine mi uyarsınız, Amerikan sistemine mi, İngiliz sistemine mi, o ayrı mesele. Binalara bakış açımız proje yönetimi sürecinden geldiği için 1997´de Çelebi için yaptığım binalar da Türkiye´de bir ilktir. Otomasyon alt yapısını kuran firma, kimsenin böyle bir isteği yokken böyle bir projeye gerek var mı demişti. Projeyi dinleyip yapı fiziği hesaplarına ve simülasyonlara baktıktan sonra da bunları yaptığıma neredeyse inanmadı.
2004-2005´te zincir işler yapmaya başlayınca Motorola, Finansbank, Manajans/Thompson, Credit Suisse gibi şirketlerden davetler aldık. Finansbank haricinde bu firmaların hepsinin inşaat emlak sorumluları yurtdışındaydı. Bizi değerlendirenler de İngiltere, İspanya ve Yunanistan´daydı. Yani yapım sürecini daha bilimsel ya da metodolojik yolla gerçekleştiren ve bunun ispatını isteyen mantaliteler bizi tercih etmeye başladı. Son yıllarda bu firmalara Credit Suisse, Amgen, BASF, Merck Serano gibi global firmalar da eklendi.
Bir söyleşinizde raporlamanın yurtdışında bir gereklilik olduğunu, Türkiye´de ise kimsenin bunu sormadığını söylüyorsunuz.
Evet, bunları otomatik vermeye başlayınca şirketlerin hepsi önce bir direnç gösteriyor. Maalesef ülkemizi inşaat ve mimarlık anlamında kendi seviyelerinde görmedikleri için her konuda tereddütteler. Bizden onların üstünde geri dönüş gelmeye başlayınca bir anda teslim oluyorlar. Şu anda Dow Chemical firmasının konsept projelerini çiziyoruz. Daha proje işi tamamlanmadan sürecin yapım danışmanlığını da bize vermek istediler. Çünkü enerji ve akustik hesaplarını da yaptık. Bunlar bize gönderdikleri davetin içinde yoktu ama bir ofiste hacim akustiği çözülmeden o ofisten performans beklenemez.
Zaten sağlıklı ve konforlu bir yapı yapmak için gereken şartlar bunlar…
Aynen öyle. Bu dünyada da çok yapılan bir şey değil aslında. Türkiye´de birtakım şeyleri kendi yoğurt yiyişimizle yapıyoruz. Yapı fiziğinin altındaki başlıkların nerede gerektiğini fark edip, tasarımda doğru süreçte yerine koyabiliyorsanız artı bir durum yaratıyorsunuz. Özellikle 2008-2009´dan sonraki projelerde kurumsal firmaların bize dönüşü ve her projeden sonra onlarla dost olur hale gelmemiz ofisi hızlandırmaya başladı.
2011-2012 arasında Teknopark bünyesinde, yapı fiziği konusunda bir Ar-Ge firması kurduk. Kendi projelerimizin yanında başka tasarımcıların ürettiği projelerin içindeki enerji modellemelerini vs. de üstlendik. Öyle bir şirketle bütün ofislere hizmet verebilmek, her şeyin içinde kalmak hep hayal ettiğim bir şeydi. Ama bazı veriler eksik olunca simülasyonları sonuçlandırmakta çok zorlandık. Mekanik proje tasarımcılarına soruyoruz projeleri simülasyona uygun değil, mimarlara gidiyorum detaylar eksiksiz ve kesin değil. Bir şeyleri düzelteceğiz derken hem verimsiz bir şirket haline geldik, hem de aramız gerildi ve mutsuz olduk.
2012´de 25 sene önce kendi kendime söylediğim şeyi bir daha söyledim; mesleki olarak hayal ettiğin şeyi değil, iyi olduğun tarafını geliştir ve o konuda en iyi ol. Bu çalışmaları sadece kendi bünyemizde yapma kararı aldım ve o firmayla ilişkimi sonlandırdım. Ondan sonra, iyi olduğumuz alanı ilerletme, projeleri bu mantıkla yapma hedefi sayesinde, ofis son üç yılda üstüne %20-30 koyarak büyür hale geldi.
Hiç unutmuyorum 10 Nisan 2012 tarihinde ülkemizin büyük bir holdinginin eğlence/yeme-içme şirketinin üst yöneticisiyle tanışmaya gittim. Tam da bu konuları konuştuk, projelerle ilgili ortak yönlerimiz olduğunu fark ettik. Onların da böyle bir projesi olduğunu söyleyerek beni yatırımlar direktörüne yönlendirdi. Yatırımlar direktörü, "Yalıkavak marinada birçok restoran, bar vb. işletmemiz var, bu projeleri üstlenebilir misiniz" dedi. Bazılarının konsept projeleri başka meslektaşlarımız tarafından hazırlanmış ancak bazılarına hiç başlanmamış. Tarih 10 Nisan ve marina 15 Mayıs´ta açılacak. "Gelecek seneden mi bahsediyorsunuz?" dedim. Tabii ki değildi, sadece 35 günümüz vardı. Hızlı bir şekilde detayları konuşup el sıkıştık. 11 Nisan´da proje alanını görmeye gittik. Herhalde Bodrum tarihinin en yağışlı günüydü, Tanrı´nın bana "Dikkat et Oğuz" mesajı verdiğini düşündüm (gülüyor). İlk ziyaretten sonra 21 kişilik bir ekip olarak oraya gittik, iki tane ev tuttuk. 15 Mayıs günü marinanın yöneticileri ile buluşup "Anahtarlar burada, elektriğimi bağlayabilirsiniz, su ve gaz verilebilir" dedim. Marina o tarihe yetişemedi ama biz işlerimizi 15 Mayıs tarihine yetiştirdik. O süredeki tasarım, üretim, sürece hakim olma, işverene doğru geri bildirim verme bize bir şeyler kazandırmaya başladı. Ama en güzel tarafı, aynı senenin Ekim ayında işveren ve bütün işletmelerin müdürleriyle bir "neleri yanlış yaptık" gezisi yaptık. Tüm işletmelerde 8 küçük eksik tespit edildi; 6´sı kullanıcı hatası, 2´si bizim hatamız. Yani 35 günde o kadar iş yapıyoruz ve iki hata çıkıyor. İşletmeler çok kısa sürede yatırımlarını çıkardılar, yani ticari tarafı da başarıyla sonuçlandı.
Bu ve buna benzer örneklerde sürecin içine yapı fiziği, farkındalık, kullanıcı memnuniyetinin yanında bir de böyle bir sürat kattığınızda, aslında bütün işleri sizin yapmanız gerektiği gibi bir durum oluşuyor. Öyle bir hacmimiz ve hedefimiz olmadığı için bu düşünce yapısına kıymet veren, bu formatta çalışmak isteyen kişilerle çalışıyoruz. Tabii sayı arttıkça belli zorluklar da ortaya çıkıyor. Mesela şu anda Eren Holding´in Metropol İstanbul projesinde 35 katlı ofis binasını yapıyoruz. Orada da iki rolümüz var; ben hem işveren temsilcisiyim, yani bütün süreci yöneten kişiyim, hem de bütün tasarımı bizden 7-8 kişilik bir grup gerçekleştiriyor. Sadece etkileyici ve özgün tasarımlar yapmayı değil, kullanıcı memnuniyetini de düşünen taraftayız. Binanın gerçeklerini (iklimsel şartları, elektromekanik çözümleri yeterli mi yetersiz mi) ve bütün süreci dertlendiğimiz için, bunların hepsini eşit ağırlıklı isteyen müşterilere en uygun çözümü getiriyoruz.
Planlamada yapıldığı gibi bir projeksiyon hazırlıyorsunuz...
Projeksiyon yapıp, bazen simülasyon ile projeksiyonun da bir tık ötesine gidiyoruz. Çalışmayı simülasyon noktasına kadar taşıyabildiysek, %90 yaklaşık sonuç getiriyoruz.
Böylece yapının ne kadar süre bu şekilde kullanabileceği ortaya çıkıyor.
Aynen öyle. Mesela Eren Holding´in binasının uzun süreli kullanım planları yapıldı. Bize asansörleri neden bu hızda seçtiğimizi sordular. Çünkü bina ömrünce bu binayı kullanacak kişi sayısı artışı ile bütün binalardaki gibi asansör kapısında beklersiniz dedim. Asansör hesaplarını da İTÜ´den konunun uzmanı bir akademisyen ile birlikte yaptık. Bu tip bilimsel çalışmaları da projemize ekliyoruz. Yapı fiziği başlığı altında asansör hesabı yok ama Türkiye´de asansör hesabı, asansör firmalarına bırakılmış durumda. Dünyada böyle bir şey yok, bunu tasarımcı kontrol eder ve süreci yönetir.
"En uygun ve faydalı tasarımı yapan mimarlık ofislerinden biriyiz"
Önceki görüşmemizde 600´ün üzerinde proje yaptığınızı ve bunların %30-35´inin düzeltme projeleri olduğunu söylemiştiniz.
Doğru, bu konu, üniversitelerde PR konusunda örnek vaka etüdü olarak çalışılabilir. Herhalde hiçbir yerde, piyasada böyle bir durum var diye bunun eğitimi verilmiyordur. Tabii bu işlerin peşinde koşmuyoruz ama canı yananlar gelip, bize bu problemleri, durumları rapor et diyorlar. Rapor ettiğimizde zaten durum ortaya çıkıyor. Çözümünü sorduklarında ise, kalıcı çözüm budur, geçici çözüm budur, bunun sebepleri ve yan etkileri bunlardır diye gösteriyoruz. Yani derdi olanın önüne bir anda her şeyi açıveriyoruz.
Genelde yanlış hangi noktada yapılıyor?
Hataların %70-80´i, tasarım süreci içinde yer alan oyuncuların birbirleriyle sağlıklı konuşamaması, o sürecin yeterli zamanı alamaması, proje çakıştırmalarının, simülasyonların yapılmamasından kaynaklanıyor. Türk şirketleri, Türk insanı inşaat konusunda başarılı ama planlama konusunda aynı seviyede başarılı değil. Planlamanın içerisinde tasarım planlaması da var, yapım planlaması da var. Bu sürelerdeki hatalarımızı, eksiklerimizi Türk hızıyla ya da pratikliği ile süreçte kapatmaya çalışıyoruz. Oysa bir projenin bütçesini, süresini, kalitesini baştan belirleyebilmek için planlama sürecinde her şeyi görmeniz lazım. Hataların bir kısmı da işverenle tasarımcının yanlış eşleşmesinden oluyor. Benim çalışabileceğim mantalitede müşteri kitlesi var, hiç yanından geçmemem gereken müşteri kitlesi var. "Evimi 2,5 senede dekore edeceğim, her yeri gezmek istiyorum, 3 kere yıkıp 4 kez yeniden yapacağım" derseniz biz en yanlış adres olabiliriz. Niye paranızı boşa harcıyorsunuz diye eleştiri getirebilirim. Aslında bunu eleştirmiyorum, bunun oyuncusu farklı, biz o oyuncu değiliz. Dolayısıyla söylediğiniz %35 geri dönüşün büyük kısmında bu eşleşme hatası var. Çünkü herkes işi almak istiyor ama seçimi kendi profillerine bakarak yapmaları lazım.
Daha çok maliyet ve süreler ön planda tutuluyor.
Maalesef ama maliyet dışında dostluklar ve başka ilişkiler de var. Biz bugüne kadar yaptığımız projeleri, hep tamamladığımız diğer referanslarımız sayesinde aldık. Biz sürecin sonunda, projeyi bitirdiğimizde işverenlerimiz ile dost oluyoruz. Üçüncü bir sebep de Türkiye´de olmayacak işlerin istenmesi. Bu tür teklifler önümüze geldiği zaman bu olmazları ispat ederek söylüyoruz. Az önce Eren Holding´i konuşuyorduk, mesela içimizde restoran yapan bir grup var, Eren Holding´in personel yemekhanesi bir sürü restoranın üstünde bir tasarımla çözüldü. Revir katını hastanelerle ilgilenen ekibimiz yaptı. Ofisleri yaparken akustikle ilgili 40 sayfa rapor çıkardık. Konferans salonunu, hiçbir elektronik sisteme gerek olmadan 120 kişiye normal ses seviyesiyle konuşma yapılabilecek şekilde düzenledik. Bitirdiğimiz örnekler arttığı, insanlar bu yönde talepte bulunmaya başladığı için artık bunları projelerin içine daha rahat katabiliyoruz. Yapıldıktan sonra şikayet alan, yıkılmak zorunda olan, bozulan, performans gösteremeyen, ölü bir projemiz yok. Bu da bizim sürecin içinde istenileni doğru anlayıp, ona uygun şeyler yaptığımızı gösteriyor. En iyi tasarımı biz yapıyoruz diyemem ama en uygun ve faydalı tasarımı yapan mimarlık ofislerinden biriyiz. 600 bin metrekarelik alışveriş merkezine gidip yemek katında beşinci dakikada nefessizlikten daralıyorsam orası benim için tamamlanmış bir proje değildir. Binalar bizim gibi yaşayan organizmalar. Bunların ayakta kalabilmesi ve içinde yaşayanları bir noktaya götürmesi için sürecin her noktasının çözümlenmiş olması lazım. En düşük bütçe ile sonuç alırım mantığının çok görüldüğü bir coğrafyadayız. Biz herkese şeffaf olmak lazım diyoruz. Müşterilerle bağımız olmadığı gibi, herhangi bir malzeme/hizmet firmasıyla da bağımız yok. Bizim için önemli olan çözüm, o çözümü getiren herkes oyunun içindedir.
Bir üretici ile bir araya gelerek proje bazlı geliştirdiğiniz malzemeler oldu mu?
Yapı Fuarı İstanbul için 3-4 yıldır tasarımlar yapıyoruz. Tasarım koordinatörümüz Y.Mimar Atıl Beçin bu tip ölçekleri çok seviyor. En son Autoshow´da, bir ajans ile birlikte bir otomobil firmasının standını gerçekleştirdik. Diğer tüm standlar otomobilleri getirip yerleştirmiş, bir tek bizim stand farklı bir mantıkta tasarlanmıştı. Dolayısıyla daha tecrübesiz olduğumuz zamanlardaki bunu çizsem yapılır mı endişesi artık yok. İstediğimiz her türlü zor detayı gerçekleştirme kudretimiz var. Bunun kullanıcı için gerçekten doğru olup olmadığını etüt eden noktaya geldik.
Biraz da aldığınız işletme eğitiminin etkisi olmalı...
O da benim takıntılı tarafım diyelim. Bir sene sonra müşteriye gidip kahve içtiğimde "şunu şöyle yapmasaydık" derse başımdan aşağı kaynar sular boşalır. "Duvarı beyaza değil maviye boyasaydık" diyebilir ama "böyle bir workstation grubuyla çalışmışız halbuki tekli masa lazımmış" denildiğinde, biz onları hiç dinlememişiz durumu oluşuyor. Geçen gün bir müşterim "Siz projenin içinde bizi kursa sokuyorsunuz" dedi. Bir patent firmasına proje yapıyoruz, tek bir proje diye girdik şimdi tüm süreç için el sıkışmak üzereyiz. Bir fotoğraf müzesi yapıyorlar, onun yanında restoran, öğrenciler için eğitim yeri ve atölyeler olacak. Süreci aynen size anlattığım gibi anlatıyorum. Firmanın sahibi olan hukukçu işverenimiz "Bana bunları anlatmadan da projeyi verebilirsin" dedi. "Sürece beraber karar veriyoruz. Bunun niye böyle olduğunu söylemeden, ben bunu böyle çizdim diyerek sizi ikna edemem. Burayı işletecek ve kullanacak olan sizsiniz." dedim. Bir McDonald´s yaptığınızda oranın operasyonu bellidir. Dünyada 1,5 saat içinde öğrenme seviyesi orta kategoride birisini oraya koyduğunuzda o hamburger önünüze aynı şekilde gelir, ayrıca bir şey katmanız gerekmez. Bizim yaptığımız projelerin hiçbiri öyle değil. Şu anda Bomonti Kültür Merkezi´nin projesini yapıyoruz. İçindeki bir restoranda özel bir detay talep edildi. Tarihi bir binanın içinde her detay doğru şekilde tasarlanmalı. Ama böyle işleri sevdiğimiz için bu yolda devam ediyoruz. Tabii bu projelerdeki başarının ya da genel memnuniyetin önemli faktörlerden biri, işverenin katılımı, kendi katılmıyorsa da birine yetkiyi vermesi. O konuda duruşumuz çok net. Bana bir hastane yap deyip, üç ay sonra görüşelim dersiniz, iş bittiğinde size o anahtarı veririz ama kendi bildiğimiz kültürle yaparız. Ya da başhekiminizi, doktorunuzu, hastabakıcınızı, karşımıza getirirsiniz ve o süreci de alır yönetiriz.
Eskiden bu kadar uzmanlaşma yokken süreç de belki bu kadar karmaşık değildi…
Bence bu tamamen bakış açısıyla ilgili. Dünyanın en büyük kombi kazan üreticilerinden Vaillant ile çalışıyoruz. Kurtköy´de güzel bir binaları var. Öyle bir şirkete gittiğinizde her departmandan bir kişi karşınıza oturuyor, firmada bu paylaşım ve sistem disiplini mevcut. Ama örneğin bir estetik polikliniği yaptığınızda, hayatı boyunca ameliyat yapmış, hekimlikle ilgili işletmesel taraf dışında, mekân anlamında organizasyon hakkında üst seviye bilgisi olmayan bir işverenle çalışıyorsunuz. O zaman da o kliniğin bir departmanı gibi soruları işverenin önüne getirip, cevaplayabileceği başlıkların cevabını alıp, diğerlerinde cevap budur, kabul ediyor musun diye anlatmak lazım. Bizim standart mimari ofisten ayrıldığımız nokta bu. Aramızda, bir tüp bebek merkezini ya da genetik merkezi bize sormadan çizecek mimar arkadaşımız var. Bu konuda birçok proje yaptığı için tüm uluslararası standartları ve yönetmelikleri biliyor.
"Bunu başarırsak o zaman mesleğimin hakkını verdim diyeceğim"
Ekibin büyük bir kısmının çekirdekten yetiştiğini belirttiniz. Onun dışında herhangi bir eğitim alıyorlar mı?
Ofis tarihinde burada çalışmış olan ya da çalışmaya devam eden arkadaşların yarısından fazlası yüksek lisans ve doktora yapmış. Doktora yapanların oranı da %10´un üstünde. Kendi ilgi alanlarıyla ilgili burada bizim verdiğimiz görevi yaparken, eğitimine devam edip uzmanlığını artıranlar bir grup. Onun dışında, buraya tasarım ofisi için başvurup, iki aylık deneme süresi sonunda acaba birbirimize uygun değil miyiz diye soracakken başka özelliklerinden dolayı proje yönetimi takımına alıp, bu takımın kendi içinde eğittiği ve yüksek performans aldığı bir arkadaşımız da var. Bizde beş kişiden biri böyle; tasarım ekibi için aramıza katılmış, kendini şantiye ekibinde bulmuş, daha sonra ise proje ekibine geçmiş. Çünkü bu mesleğin eğitimini görenlerin neyi nasıl yapacaklarını anlamaları çok kolay değil. İkinci grup bu "reverse" yapıp tam tersi alana gidenler. O konuda hiç bilgisi olmadığı için, bu işi yapan biriyle birlikte yoğun bir şekilde o projenin içinde bir süreç geçiriyor, hem eğitiliyor hem oryante oluyor, sonra da o işi alıp devam ettiriyor.
Ayrıca son iki yıldır bazı mesleki eğitimler veriyoruz. 3ds Max ve Autocad eğitimi verebilen bir arkadaşımız var. Sonuçta fikirlerimizin ortaya konup kabul görmesi için birtakım programlardaki performansların da artması lazım. Üçüncü bir eğitim de bu mesleki programların kullanımıyla ilgili eğitimler. Bunları hafta sonları yapıyoruz. Sonra bu lafta kalmıyor, o eğitimi alan arkadaşların bir sonraki projeleri konuyla direkt alakalı oluyor. Yapamazsa dünyanın sonu değil ama artık onun onu yapamadığını biliyor ve başka bir tarafa yönlendiriyoruz. Sonuçta bunlar bizim için avadanlık, mesleğimizi göstermek için kullandığımız alet edevat...
Proje yönetimiyle direkt ilgili bir ofis olarak BIM programlarını kullanıyor musunuz?
2005-2007 arasında bir senaryo yazdık. Kendi exchange server tabanımızdan ayrı bir platform kurmayı planlıyoruz. Bunun altyapısını belli bir noktaya getirdik, sonra araya başka işler girdi. 1-2 ay önce süreci tekrar başlattık. Diyelim size bir proje yapıyoruz, kullanıcı adınızı yazarak web sayfamıza gireceksiniz. Projeniz hangi aşamada, kim ne çizmiş, elektriği ne durumda, mekaniği ne durumda, şantiyeyse günlük raporlarını, fotoğraflarını görebileceğiniz bir taban. Bu sizin görebildiğiniz taraf. Bunun arkasında kendi günlük raporlarımızı görebileceğiz. Şu anda bu raporlar bize manuel olarak geliyor. Bunu işverenle ya da ortak iş yaptığımız firmalarla paylaşabileceğimiz, herkesi yetkilendirebileceğimiz bir yazılım üzerinde çalışıyoruz. Bu hem bizim iş yükümüzü azaltacak, hem işverenlerimiz istedikleri an bizden rapor istemeden o anki durumu şeffaf bir şekilde görecekler, hem de kendi içimizde hedef koyduğumuz noktalarda sapmalar varsa, bunun sebebini matematiksel olarak göreceğiz. Bu benim büyük bir hedefim ama işler tempo değiştirip şirket hızlı bir şekilde gidince yeterince ilgilenemedik. Bir proje tasarlanırken o sürecin içinde kimler var, kim ne kadar performans gösterdi, nerede aksama oldu, kilometre taşları neler, kendi içimizde böyle bir altyapıyı kurmanın peşindeyiz. Bunu yapmadan mesleği bırakmam ama ne zaman devreye girer bilmiyorum. Çünkü kolay bir yazılım değil, benzeri de yok. Bu konuda çalışan Türk akademisyenlerden, Hintli ve Amerikalı yazılımcılara kadar birçok kişiyle görüştüm. Bunu yaparsan tüm süreç kolaylıkla kontrol altında en verimli hale gelir diyorlar. Yazılımsal kısmı zor olmasa da yazılıma vereceğiniz veri kısmının anlattığım şeylerle %100 örtüşmesi gerekiyor. Biraz önce projelerdeki eksiklikler için enerji modellemesi yapamadığımızdan bahsetmiştim. Benim de bu programı yazacak kişiye bunu eksiksiz vermem lazım. Mimari platformda olmayan ama finansçıların ve otellerin kullandığı buna benzer programlar var.
Basecamp´i biliyorum...
Basecamp, Asana bunlardan bu programlardan bazıları. Ama onların buna dönüşmesi çok kolay değil, bunun başka bir platform olması lazım. Bunu başarırsak o zaman mesleğimin hakkını vermeyi başardım diyeceğim.
"Herkesin işini yaparkenki mutluluk seviyesini en yukarıda tutmaya çalışıyorum"
Gerçekleşmeyi bekleyen, gündeminizde olan başka hedefleriniz var mı?
Hedef derken ikiye ayırmak lazım: Birinci hedefimizi son zamanlarda büyük ölçüde başardığımızı söyleyebilirim. Biliyorsunuz mimari ofisler sabahlar, hafta sonu çalışır, çalışma şartları çok ağırdır. Bu yanlıştır demiyorum ama bu kadar uzun süre birlikte çalıştığınızda gerçekten bir aile oluyorsunuz. Mesela annem çok çalışmama hep isyan eder, kıyamaz. Ofiste de bu yaklaşım hakim oluyor bir süre sonra. Bizim çalışma saatlerimizi arkadaşlar belirliyor. Cumartesi çalışmayalım, hafta içi çalışalım dediler, kabul ettik. Şantiyecileri bunun dışında bırakıyorum, onlar kendi düzenlerini şantiye boyunca kurup sonra ayrıca dinlenmeye gidebiliyorlar, yani o ayrı bir dünya.
Burada herkesin işini yaparkenki mutluluk seviyesini en yukarıda tutmaya çalışıyorum. Bu sadece ücretle, sosyal haklarla olacak bir şey değil. Hem mimari olarak doğru projenin içinde yer alması, hem de iş hayatı dışındaki hayatını planlayacak bir formatta çalışıyor olması lazım. Bu çok zor, özellikle Y kuşağıyla imkansıza yakın bir şey. Bu hedefi gerçekleştirmede de, mimarlık kökeninden gelmeyen yönetici arkadaşımız Beyza Şenel Gürkan´dan ciddi destek alıyoruz. Proje odaklı olduğumuz için, ofisin mutluluğunu, performansını, verimliliğini de bir proje olarak görüyoruz. O projenin sorumlusu da Beyza. Biz proje içindeki performansın hesabını verirken, buradaki performansın da yüksek olması gerekiyor. Ben ofise çok gelebilen biri değilim, onun için bu konu tamamen ona bırakıldı. Birincil hedeflerimizden birisi bu; hep beraber olmak. Şirket içi bir sohbet toplantısı yaparken duygulanıp ağlayabiliyoruz. Bu ortamın olduğu yerde kafaların arkasında acabaların, bunu söyleyebilir miyimlerin kalmaması lazım.
Ofisin nereye taşınacağına bile birlikte karar veriyorsunuz...
Evet, benim huysuzluklarım proje bazlıdır. Projenin içinde kolay biri değilim ama o projenin içindeki operasyonu destekleyen diğer operasyonlara beraber karar veriyoruz. Kiralık arabaları seçerken, bir yere yemeğe giderken ya da ofisin yerini belirlerken alternatifleri sunuyoruz. Çünkü o aidiyetin bir şekilde oluşması lazım. Bunu buradaki herkesle beraber başarıyoruz. Onun için herkesin bunun bir parçası olduğunu bilmesi, rahat olması ve ilerlediğini hissetmesi çok önemli. Bu çok da kolay değil. Birincisi, bizi duyan, yapılan işi gören hemen buradan birilerini koparmaya çalışıyor. İkincisi, burası gerçekten insanı bir noktadan bir noktaya hızlı çıkartıyor, bazı arkadaşlar ben oldum deyip gidiyorlar, ki bence erken gidiyorlar. Bir de Y kuşağının farklı beklentileri var.
İkinci hedefimiz, burada hata yaptık ya da şöyle yapabilirdiklerin olmadığı projeler yapmak. Çok fazla proje yapalım, bütün işlere girelim gibi bir derdimiz yok. Tabii ki herkes kazanç sağlamak, ailesine bakabilmek için çalışır ama öncelikle işimizi düzgün yapalım. Bir tane müşterimiz arkamızdan bu ofis de şöyle yaptı demesin. Bu yıl kaç tane proje istediğiniz gibi önünüze geldi derseniz 2014´te bu oran bayağı yükselmiş. Yani istediğimiz işleri yapmışız, tercih etmediğimiz ya da keşke yapmasaydık diyeceğimiz işlerin oranı azalmış. İşte bunları minimize etmeye çalışıyoruz.
Türkiye´deki eğitim yapılarının durumu standartların çok altında. Üniversite, ana okul, ilkokul fark etmez. Bir eğitim kurumunun yöneticisi ya da sahibi gelsin, çocuklarımızın eğitiminde onlara örnek olacak bir yer tasarlayın desin. Fabrika, ofis, hastane yapıyoruz ama okul projesi gelmiyor. Çok sayıda medikal proje yaptığımız için dostlarımız bize hep doktor soruyor. Hekim önerilmez ama mekan öneririm diyorum. Çocuklara okul seçmeye giderken de sorduğum sorular şunlar oluyor; Binanızın projesi, statik raporu var mı, havalandırması nasıl yapılıyor? Çünkü çocuğun ömrü orada geçiyor. İstedikleri kadar süslesinler, eğitim yapıları maalesef kötü bile demeyeceğim standartta. Dolayısıyla hedeflerimden biri de eğitim yapısı yapmak. Bence bunun en büyük önemi, öğrenciye "böyle mekanlar da varmış" dedirtip böyle bir algı yaratmak.
Atatürk Mahallesi, Ertuğrul Gazi Sk.
Metropol C2 Blok 2A/4 Kat 1 34758
Ataşehir İstanbul Türkiye
T. +90 212 227 03 01
F. +90 212 259 78 30